18 Eylül 2017 Pazartesi

Avukatlık mesleği nereye gidiyor?

Evden, yazıhaneye (büro / ofis) oradan adliyeye gidip gelme dışında, mesleğe bir şey katmamak, buna ilaveten mesleğe yeni başlayan gelecekteki avukatların mesleğe bakış açıları, işi öğrenmek yerine, aylık ücretin miktarına bakan ve bu ücret iyi veya kötü olsa da kendini geliştirmek için hiç bir çabası olmayan, yeni mezun genel bir genç avukat kitlesinin olduğunu, işe alım için yaptığım iş görüşmelerinden üzülerek tespit ettim.

Avukatlığın, usta çırak ilişkisi olduğunu unutursak, mesleğimizin pek de iyi gitmeyeceği çok açıktır...
MURAT ALTINDERE

Marka vekilliği, patent vekilliği gitti, arkadan arabuluculuk çıktı, Adalet Bakanlığı müvekkillere mahkeme kalemleri aracılığı ile arabuluculuk formu göndermeye başladı. Arkadaşlar, vekil ile takip edilen işlerde tebligat vekile yapılması hani asıl olandı !!!! Bu kanaatimce avukata açık bir güvensizliktir !!! Bizler sulh imkanı olsa zaten sulh olmuyor muyuz !!!

Şimdilik arabulucular sadece hukukçulardan olabiliyor... Ama bir süre sonra her meslekten arabulucu görürsek ne olacak !!!

Etrafta Av. Arb. ünvanları, tabelalara "arabulucu" ünvanı eklenerek asıl mesleğimiz olan "Avukat" ünvanımızın yerini daraltıyoruz, farkında mısınız ???

Hukukçu bilirkişi olayına gelince, hakimler yeni atamalardan da görüleceği üzere ne kadar iyi niyetli olsalar da yeterli değiller, üzerine bir de dosya sayıları, bitmeyen ve davalar ve dönmeyen dosyalar, icra kabiliyetini kaybeden emekler... Bir dosyaya hukuk ve hukukçu değmez ise, o yargılamadan nasıl hak hukuk beklenebilir ki !!! İşin garip tarafı, hukuk listesi ama listede hukukçu olmayacak, hakim zaten hukukçu, ama avukat olmayacak !!! Benim dosyalarım hep başka branştaki arkadaşların raporları sebebiyle zarar gördü, sizleri bilmiyorum !!!

Yeni atamalardan sonra adliyeye bir gittim, yeni atanan hakimlerimiz yok, teker teker sebebini sordum... Hepsi doğum iznindeymiş... Allah sağlıkla kurtarsın diyorum ama yine biz avukat olarak mazeret yazmak zorunda kalıyoruz...18 duruşma aynı güne verilmiş !!! Avukatım işte, hepsine yetişmeliyim... !!!

MURAT ALTINDERE

14 Eylül 2017 Perşembe

Bir Hukukçu Neyi Bilmeli? Hukuk Fakültesi Neyi Öğretmeli?

MURAT ALTINDERE


Başlıktaki soru, retorik bir soru değil. Hakikaten merak ettiğim bir mesele. Aklımda bazı şeyler var elbet. Bir kısmını daha önce yazmıştım ve Yeni Hukuk’ta yayımlanmıştı*. Onları tekrar etmeyeyim. Fakat ‘hukukçu’ dediğimiz kişi her kimse, neleri bilmeli sorusuna verilmeye aday yeni cevaplar var. Katılır mısınız, katkıda bulunur musunuz bilemem. Ama gerçekten merak ediyorum.
Hukuk öğretimi, pozitif hukuk merkezli bir öğretim. Buna itiraz anlamsız. Nihayetinde hukukçunun mevzuata hakim olması gerekiyor. Bugün için benim de içerisinde bulunduğum bir grup hukukçunun asıl itirazı sanıyorum hukuk fakültesinden mezun olanların hukuka ilişkin felsefe, sosyoloji, psikoloji, tarih gibi beşeri disiplinlerden uzak kalmış olmaları. Şu veya bu şekilde bu müktesebat kazandırıldıktan sonra, tekrarlayayım, elbette pozitif hukuk merkezli bir öğretim yapılmalı.

Ne var ki halihazırdaki hukuk öğretimine eleştirel bakan bizlerin sanırım gündeme getirmekten bir şekilde uzak durdukları büyük bir eksiklik var. Daha doğrusu değineceğim konu hukukçunun bilmesi gerekenler listesine kolaylıkla dahil edilirken, bunu hukuk öğretiminin içinde düşünmeyi ihmal ediyor gibiyiz.

Mesele üzerinde derli toplu dile getirecek denli çalışmadığım için örneklerle gideceğim. Bir hukukçu olarak kendimde, kendi lisans mezuniyetim döneminde ve sonrasında, şu anda da öğrencilerimde ve onların mezuniyetleri aşamasında dikkatimi çeken eksiklik, bir ölçüde tarihsel bir nitelik taşıyor. Zira yakın dönem hukuk kural ve uygulamalarının bilgisinden bahsediyorum.

Sözgelimi, hukuk metodolojisi dersinde, tamamen tesadüfi ve keyfi bir şekilde ele aldığım bazı yüksek mahkeme kararlarının yahut bu kararlara temel teşkil eden o dönemde geçerli olan mevzuatın öğrencilerim tarafından bilinmediğini, fark ettim. Üstelik, bu bilgiye ulaştıklarında dehşete düştüklerini, hayret ettiklerini ve hukuka belki de farklı bir gözle baktıklarını gözlemledim. Sadece kuralları veya kararları görmekle hem de… Uygulamalara ilişkin de bilgiye sahip olsalar, kim bilir neler düşünecekler!

Hangi kararlardan veya kurallardan bahsediyorum? Mesela, artık öğrencilerimiz, 1990 yılına kadar bu ülkede zinanın cezalandırıldığını, kadının zinasının tek seferlik bir cinsel ilişki sayılmasına rağmen erkeğin zinası için çok daha başka koşullar gerektiğini, AYM’nin eşitliğe aykırılık nedeniyle söz konusu maddeler için ayrı ayrı iptal kararları verdiğini, ancak verdiği iki iptal kararındaki ifadelerde oldukça ilginç yorumlar yaptığını bilmiyorlar.

Yahut yine 1990’lara kadar ‘fuhuşu kendine meslek edinmiş kadınlara’ tecavüz etmenin başka bir kadına tecavüz etmenin üçte biri oranında cezalandırıldığını, bu maddeye yapılan anayasaya aykırılık başvurusunda AYM’nin iffetli kadınlar iffetsiz kadınlar ayrımı yaptığını ve iffetsiz kadınları kişisel özellikleri nedeniyle tecavüz eyleminden daha az zarar göreceklerini söyleyerek başvuruyu reddettiğini bilmiyorlar.

Çok yakın tarihte verilmiş Hrant Dink’in Türklüğe hakaret davasında verilen akıl ve mantık dışı kararı bilmiyorlar. Olsa olsa olaydan bir miktar haberdarlar.

Hukuk Felsefesi dersinde sivil itaatsizlik konusunu işlerken bir öğrencimiz örnek olarak Cumartesi Anneleri’ni vermişti. Bazı öğrencilerimizin bunu ilk defa duyduklarını söylemesine şaşırmalı mı acaba?

Metin Göktepe’ye ne olduğunu kaç kişi bilir?

Kaç çocuğun polis kurşunuyla öldüğünü, pek çoğumuz Gezi sonrasında öğrenmedik mi?

Susurluk skandalı artık unutulmadı mı?

12 Eylül’de ne olduğuna dair öğrencilerimiz ve genç hukukçular arasında yapılacak bir anketin sonucu şaşırtıcı ve ürkütücü olur mu?

Siyasi parti kapatılma davalarının dökümü ve gerekçeleri, bugüne ilişkin bir şeyler öğretmez mi?

28 Şubat neydi? Sloganik bir ifade olmanın dışında kimler bilir?

Umut Kitabevi’nin bombalanması, Ferhat Sarıkaya’nın HSYK kararı ile meslekten ihracı bile çok uzakta kalmış gibi görünüyor.

Öğrencilerimizi bu durum nedeniyle kınayabilir miyiz? Bir hukukçunun bilmesi gerekenler listesi nedir? Bu liste, diploma almanın mı, yoksa “iyi” bir hukukçu olmanın mı koşuludur? Yakın tarihin hukuku ve uygulaması, hukuk öğretiminin bir parçası olmalı mı? Hangi parçası olmalı?

Ben bunları ne zaman öğrendim, hatırlamıyorum. Okulda değil, onu biliyorum. Kim bilir bilmediğim, farkında olmadığım neler var! Ama öğrencilerime bunları öğretmem yahut içinde bulunduğum kurumun öğretmesi bir gereklilik mi? Merak ediyorum…

Hava soğuk, iklim sert, atmosfer boğucu. Soru sormanın tam zamanı…

13 Eylül 2017 Çarşamba

Yargıtay Kararları Işığında Usûlsüz Tebligat ve Sonuçları


Tebligat; hukuki bir işlemin, ilgili kimsenin bilgisine sunulması için yetkili makamların yasa ve yöntemine uygun bir biçimde yazı ile veya ilanla yaptığı bildirim işlemidir.1
Tebligat dava ile ilgili olabileceği gibi idari işlemlerle de ilgili olabilir.
Davada tebligatın büyük önemi vardır. Tarafların yaptıkları usul işlemlerinin tamamlanıp hüküm ifade edebilmesi için ekseriyetle tebliğ edilmiş olması gerekir. Örneğin esasa cevap süresinin işlemeye başlayabilmesi için, dava dilekçesinin davalıya tebliğ edilmiş olması gerekir. Bunun gibi Mahkemenin yapacağı usul işlemleri için de tebliğ ekseriyetle zorunludur. Mesela kendisine duruşma günü tebliğ edilmemiş olan tarafın yokluğunda duruşma yapılamaz, Sulh ve Asliye Hukuk Mahkemelerinde temyiz süreleri kararın tebliğ tarihinden itibaren işlemeye başlar 2.
Keza Ceza Yargılamaları bakımından da Mahkemelerce gıyapta verilen kararların kesinleşebilmesi için veya tarafların temyiz haklarının kullanabilmeleri için de mezkur kararların ilgilisine yani sanığa veya müdahile tebliğ edilmesi gerekmektedir.
Bu ve benzer örnekleri çoğaltmak mümkündür. Hukuk yargılamalarında, özellikle İcra İflas Kanunu'ndan kaynaklanan icra işlemlerinde, ceza yargılamalarında, idari yargılamalarda, veya idari işlemlerde "tebligat", yapılması gereken işlemlerle ilgili olarak süreci başlatan bir basamak olduğundan önem arz etmektedir. Tebligat memurunun Tebligat Kanunu ve Tebligat Tüzüğü'ndeki şekil ve esaslara aykırı davranması nedeniyle usule aykırı işlem yaptığı takdirde örneğin, haber kağıdını kapıya yapıştırmamışsa fakat haber kağıdının yapıştırıldığına dair tutanak tutmuş ise bu takdirde şekil olarak belki usule uygun bir işlem olduğundan, söz konusu işlem ile ilgili süreler başlayacaktır ve muhatap durumdan haberdar olmadığından dolayı başvuracağı hukuksal yolları ilk etapta kaybetmesine neden olacaktır. Dolayısıyla mezkur işlem şayet icra işlemi ise bu takibe karşı itiraz süresi geçtiğinden muhatabın her an için haciz baskısı altında kalması anlamına gelecektir. Eğer bir tebliğe konu işlem bir mahkeme kararı ise bu karara karşı itiraz veya temyiz süreleri de geçeceğinden yine ilk etapta muhatabın bu haklarını kaybedeceği manasına gelecektir. Elbette bir usulsüzlük olduğu takdirde buna karşı gidilecek bir yargısal yol mutlaka vardır. Fakat tebliğ memurunun bu kasıtlı veya ağır ihmal sonucunu doğuran bir hatası neticesinde bu kusurlu davranış nedeniyle gidilebilecek bir yargısal yol var mıdır? Yani ilgili memurun kastından veya ihmalinden ötürü ilgili memura veya çalıştığı kuruma karşı meydana gelebilecek zararlara karşılık, doğacak zararın nevine göre maddi veya manevi tazminat davası ikame edilebilecek midirş Ya da ilgili muhatabın bu usulsüz tebligat nedeniyle doğacağı maddi veya manevi zarar nedeniyle tazminat isteyebilirmiş İsteyebilir ise kimden talep edebilir. İşte makale konumuz esas itibariyle hem bu konu hakkında hem de bu neviden sorunlara karşılık gidilebilecek yargısal yolarla ilgili gerek mevzuat gerekse de Yargıtay içtihatları doğrultusunda cevap verilmeye çalışılacaktır.
Uygulamada tebligatlarla ilgili olarak özellikle Tebligat Kanunu'nun 21.maddesi bağlamında çok sıklıkla karşılaşılan bir sorundur. Zira tebliğ memurları tebligat parçalarına kapıya haber kağıdının yapıştırıldığı hususunun yazmasına rağmen bu kağıtları yapıştırmadığı veya daire kapısı yerine apartman kapısına yapıştırdığı, tebligat teslim edilen memurun (muhtarların, kolluğun) iş yükünden dolayı alınan tebligatları teslim etmedikleri, tebligatların kaybolması nedeniyle muhatapların bu tebligatları bulmakta güçlük çektikleri ve bu nedenle işlemden haberi olmayan kişinin mağduriyetine sebebiyet verdikleri sıklıkla yaşanmaktadır

5 Eylül 2017 Salı

Yeni HMK Kanun Tasarısı Taslağı ve Madde Gerekçeleri



MURAT ALTINDERE


                          GENEL GEREKÇE 18 Haziran 1927 tarihinde kabul edilen mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu yerini 1 Ekim 2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununa bırakmıştır. Hukuk yargılamasının daha hızlı ve etkin yürütülmesi ile yargılama sürelerinin kısaltılmasına hizmet etmesi beklenen 6100 sayılı Kanun, altı yılı aşkın süredir uygulanmaktadır. Kabul edildiği günden bugüne kadar 6100 sayılı Kanunun 31 maddesinde değişiklik yapılmıştır. Ayrıca Kanunun 3, 20 ve 102 nci maddelerinde yer alan bazı hükümler Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiştir. 6100 sayılı Kanunun uygulandığı süre içinde Kanunun bazı hükümleri uygulayıcılar ve doktrin tarafından eleştirilmiş ve çeşitli görüş ve öneriler dile getirilmiştir. Mahkeme kararlarında, Yargıtay içtihatlarında ve akademisyenler ile uygulayıcıların makale ve eserlerinde dile getirilen bu eleştiri, görüş ve öneriler, Bakanlığımız tarafından takip edilmiş ve değerlendirmeye alınmıştır. 6100 sayılı Kanunun Anayasa Mahkemesince iptal edilen hükümlerinden, Kanunda düzenlenen yargılama aşamalarının her biri için tebligat yapma zorunluluğuna; ıslah uygulamasından, toplu mahkemelerin sevk ve idaresine; davaya son veren taraf işlemlerinde verilecek karar türünden, geçici hukuki korumalara kadar pek çok düzenleme; yargılamayı uzattığı, gereksiz emek ve mesai sarfına sebep olduğu, uygulamada belirsizlik ve tereddüt oluşturduğu gibi gerekçelerle eleştirilere konu olmuştur. Öte yandan 1086 sayılı Kanuna 5236 sayılı Kanunla eklenen istinaf ve temyize ilişkin hükümler 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe girmiş ve bu hükümler 6100 sayılı Kanunda aynen muhafaza edilmiştir.
                      
                     Bilindiği üzere bölge adliye mahkemeleri 20 Temmuz 2016 tarihinde tüm yurtta faaliyete geçmiştir. Ancak istinaf hükümleri bölge adliye mahkemelerinin göreve başladığı tarihe kadar uygulanmadığından bu hükümlerin değiştirilmesine yönelik eleştiriler, 20 Temmuz 2016 tarihi itibariyle başlayan uygulamadan sonra gündeme getirilir olmuştur. Bu çerçevede 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun, hukuk yargılamasına hakim olan ilkeler kapsamında gözden geçirilmesi, yargılamanın daha etkin ve verimli bir şekilde yürütülebilmesi, uygulayıcıların ve doktrinin dile getirdiği yargılama sorunlarının çözüme kavuşturulabilmesi amacıyla iş bu Tasarı taslağı hazırlanmıştır
             . MADDE 1- 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 20 nci maddesinin birinci fıkrasında yer alan “bu karar verildiği anda kesin ise bu tarihten,” ibaresi “bu karar verildiği anda kesin ise tebliğ tarihinden,” şeklinde değiştirilmiştir. MADDE 2- 6100 sayılı Kanunun 32 nci maddesine aşağıdaki fıkra eklenmiştir. “(3) Dilekçe verilmesi kanunda öngörülen veya hâkim tarafından uygun bulunan haller dışında taraflarca herhangi bir isim altında sunulan dilekçeler hükme esas alınmaz.” MADDE 3- 6100 sayılı Kanunun 79 uncu maddesinin birinci fıkrasına “ve duruşma” ibaresinden sonra gelmek üzere “bir ayı geçmemek üzere” ibaresi eklenmiş, maddeye birinci fıkradan sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkra eklenmiş ve diğer fıkra buna göre teselsül ettirilmiştir. “ (2) Duruşmanın ertelenmesine sebep olan vekil, sonraki duruşmalardan birinde yeniden disiplin suçu veya adlî suç teşkil eder nitelikte bir fiil işlerse duruşmanın erteleneceği ve takip eden duruşmalara kabul edilmeyeceği konusunda uyarılır. Vekil, uyarıya uymaz ve disiplin suçu veya adli suç teşkil eder nitelikteki fiilini sürdürürse, duruşma salonunda bulunan kişilerin kimlik bilgileri, adresleri de yazılarak olay tutanağa geçirilir; vekilin takip eden duruşmalara kabul edilmemesine karar verilir; ilgili tarafa, takip eden duruşmalara bizzat katılması veya kendisini başka bir vekille temsil ettirmesi, aksi takdirde tarafın yokluğu hâlinde uygulanacak hükümlere göre işlem yapılacağı hususu tefhim edilir ve duruşma ertelenir. İlgili taraf hazır değilse bu durum ve duruşma günü tebliğ edilir. Ayrıca vekil hakkında yukarıdaki fıkra uyarınca gerekli bildirimlerde bulunulur.”
                   MADDE 4- 6100 sayılı Kanunun 94 üncü maddesinin ikinci fıkrasına aşağıdaki cümle eklenmiştir. “Hakim, kesin süreye konu olan işlemi hiçbir duraksamaya yer vermeyecek şekilde açıklar ve süreye uyulmamasının hukuki sonuçlarını ihtar eder.” MADDE 5- 6100 sayılı Kanunun 107 nci maddesinin kenar başlığı “Belirsiz alacak davası” şeklinde ve maddenin ikinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve üçüncü fıkra yürürlükten kaldırılmıştır. “(2) Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesi mümkün olduğunda, hakim tarafından tahkikat sona ermeden verilecek iki haftalık kesin süre içinde davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın talebini tam ve kesin olarak belirleyebilir.” MADDE 6- 6100 sayılı Kanunun 116 ncı maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi yürürlükten kaldırılmıştır. MADDE 7- 6100 sayılı Kanunun 120 nci maddesinin kenar başlığı “Harç ve gider avansının ödenmesi” şeklinde değiştirilmiş ve maddeye aşağıdaki fıkra eklenmiştir. “(3) Taraflardan her birinin ikamesini talep ettiği delil için mahkemece belirlenen delil avansına ilişkin 324 üncü madde hükümleri saklıdır.” MADDE 8- 6100 sayılı Kanunun 123 üncü maddesinin birinci fıkrasına aşağıdaki cümle eklenmiştir. “Bu takdirde davanın açılmamış sayılmasına karar verilir.” MADDE 9- 6100 sayılı Kanunun 125 inci maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinin ikinci cümlesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve ikinci fıkraya aşağıdaki cümle eklenmiştir. “Bu takdirde dava davacı lehine sonuçlanırsa, dava konusunu devreden ve devralan yargılama giderlerinden müteselsilen sorumlu olur.” “Bu takdirde dava davacı aleyhine sonuçlanırsa, dava konusunu devreden ve devralan yargılama giderlerinden müteselsilen sorumlu olur.” MADDE 10- 6100 sayılı Kanunun 127 nci maddesinin birinci fıkrasına “başvuran davalıya,” ibaresinden sonra gelmek üzere “cevap süresinin son gününden itibaren işlemeye başlamak,” ibaresi eklenmiş ve aynı fıkranın son cümlesi yürürlükten kaldırılmıştır. MADDE 11- 6100 sayılı Kanunun 139 uncu maddesinin birinci fıkrasının ikinci cümlesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “Çıkarılacak davetiyede, duruşma davetiyesine ve sonuçlarına ilişkin diğer hususlar yanında, taraflara sulh için gerekli hazırlığı yapmaları, duruşmaya sadece taraflardan birinin gelmesi ve yargılamaya devam etmek istemesi durumunda, gelmeyen tarafın yokluğunda yapılan işlemlere itiraz edemeyeceği; davetiyenin tebliğinden itibaren iki haftalık kesin süre içinde tarafların dilekçelerinde gösterdikleri, ancak henüz sunmadıkları belgeleri mahkemeye sunmaları veya başka yerden getirtilecek belgelerin getirtilebilmesi amacıyla gereken açıklamayı yapmaları, bu hususların verilen süre içinde yerine getirilmemesi hâlinde o delile dayanmaktan vazgeçmiş sayılacaklarına karar verileceği ayrıca ihtar edilir.” MADDE 12- 6100 sayılı Kanunun 140 ıncı maddesinin beşinci fıkrası yürürlükten kaldırılmıştır. MADDE 13- 6100 sayılı Kanunun 141 inci maddesinin birinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “(1) Taraflar, cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçeleri ile serbestçe iddia veya savunmalarını genişletebilir yahut değiştirebilirler. Dilekçeler aşamasının tamamlanmasından sonra iddia veya savunma genişletilemez yahut değiştirilemez.” MADDE 14- 6100 sayılı Kanunun 145 inci maddesinin birinci fıkrasında yer alan “sonradan ileri sürülmesi yargılamayı geciktirme amacı taşımıyorsa veya” ibaresi yürürlükten kaldırılmıştır. MADDE 15- 6100 sayılı Kanunun 147 nci maddesinin birinci fıkrasına “tahkikat” ibaresinden sonra gelmek üzere “ve sözlü yargılama” ibaresi ile ikinci fıkrasında yer alan “itiraz edemeyecekleri” ibaresinden sonra gelmek üzere “, tahkikatın sona erdiği duruşmada sözlü yargılamaya geçileceği, sözlü yargılama için duruşmanın ertelenmesi halinde taraflara ayrıca davetiye gönderilmeyeceği ve yokluklarında hüküm verileceği” ibaresi eklenmiştir. MADDE 16- 6100 sayılı Kanunun 151 inci maddesinin birinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “(1) Hâkim, duruşmanın düzenini bozan kimseyi, bunu yapmaktan men eder ve gerekirse, taraf avukatları hariç, derhâl duruşma salonundan çıkarılmasını emreder. Taraf avukatları hakkında ise 79 uncu madde hükümlerine göre işlem yapılır.”

MURAT ALTINDERE